Saturday, October 18, 2014

Friday, March 28, 2014

Yerel Seçime Giderken

Herşey ortada. Normal bir ülkede, hatta ahlak konusunda geri kalmış bir ülkede bile onlarca hükümet devirebilecek kayıtlar, belgeler çıktı ortaya; dün özellikle, bazı vicdansız adamların kendi iktidarlarını sürdürebilmek adına kendi askerlerini, insanlarını bile öldürmeye hiç çekinmediğine (bundan önce de muhtemelen benzer şeyler yaptığına) artık emin olduk.

Bu şartlarda, bu adamları önce belediyelerden, sonra da devletin her kademesinden def edip, bununla yetinmeyerek gelecek dönemlerde ibret olması için süründürmek, hesap sormak hepimizin boynunun borcu. Çünkü hepimizin emeğinden, hepimizin akıl ve beden sağlığından, geleceğinden çalan bu adamlar aynı zamanda hem Türkiye'de hem dünyanın çeşitli coğrafyalarında (bkz. terör yardımları) çok sayıda can da aldılar.

Bu haftasonu, duygularımızla değil aklımızla davranmak durumundayız. Öyle davranmadığımız takdirde, bu adamları ilerleyen dönemde eleştirmeye ne hakkımız ne de gücümüz kalır. Bu CHP olmuş, MHP, BDP veya herhangi bir başkası olmuş hiç farketmiyor şu noktada. Bu adamlara hep birlikte halkın tokadını vurmak ve bu pazar günü Gezi'deki gibi, Berkin'in cenazesindeki gibi bir kez daha tek yürek olmak maalesef tek çaremiz.

Bu adamların yüzünü güldürecek her oy, yarınlarda bizi ağlatacak. Biz ağlarken Davutoğlu'nun gülmesi gibi (bkz. Reyhanlı sonrası basın açıklaması), ya da İ.Melih'in o arsız gülüşü gibi. Eğer biz bu adi herifleri gülerken değil, ağlarken görmek istiyorsak güzel kardeşim, gelin kıralım tüm önyargıları, gelin bir günlüğüne de olsa kaldıralım aramızdaki sınırları. Saflarımızı sıklaştıralım AKP ve Tayyip'in diktatörlüğüne, katilliğine karşı.

Tatava yapmak yapmamak bize kalmış. Kendi içimizde tatava yapmak çok da iyidir, güzeldir hatta. Ama pazar günü sandığa gittiğimizde MHP'lisi HDP'ye veya BDP'ye, HDP'lisi CHP'ye, CHP'lisi HDP'ye; oy bölgesinde kim güçlüyse ona destek olalım. Bir defa.

Not: Belediye meclis üyeleri yine sizin unutmayın. Büyükşehirlerde birlik olmamız şart.

Sunday, June 9, 2013

Kronik Muhalefet Beklentimiz

Uzun uzun yazılacak nedenleri var, kendimi bildim bileli bir muhalefet yokluğundan bahsetmemizin. Toplumsal yapımızdan, partiler içi yapılanmalara kadar. Türkiye'de sağ, dönem dönem DYP, ANAP, AKP gibi büyük kitleleri etkileyebilecek partiler üretebilirken, CHP'nin varlığı solda bu türde etki yaratabilecek yeni oluşumlara da bir engel diye düşünüyorum. Çünkü CHP'nin herhangi bir lider ve vasat projelerle gireceği seçimlerde dahi belli bir oy potansiyeli var. Sağdaki karşılıkları kadar oy alabilecek, etki yaratabilecek bir oluşum bu nedenle solda çok daha zor. Bu durumu değiştirmekten bahsetmenin beni aşacak bir politika bilgisi  gerektirdiğini düşünmekle beraber, gerçekçilikten de uzak kalacağını düşünüyorum. En azından aşağıda bahsedeceklerime kıyasla.


Benim CHP'ye önerim, CHP'den beklentim şudur:


Türkiye'de muhalefetin ve en çok da CHP'nin yıllardır güven kaybettiği, karizmasını çizdirdiği kabullenilmesi gereken bir gerçek. Açıkçası bu konuda hem CHP'den (ve AKP iktidarı dönemi için konuşursak, muhalefetten) beklentilerin yüksek oluşunun hem de özellikle son zamanlarda medyanın CHP tarafından çok başarısızca kullanılmasının ( belki de kullanılamamasının) ve zaman zaman da sistematik saldırıların etkisi olduğunu düşünüyorum. Yine de, çözüm suçlamalarla değil, özeleştiri ile gelecektir.

CHP'nin güven kazanmasının, ivme yakalamasının tek yolu özeleştiridir. Kapalı kapılar ardında değil! Çıkın, büyük bir basın toplantısı düzenleyin. Sol görüşlü gençlerin bile; ailesi, çevresi CHP'li olan gençlerin bile neden CHP'yle arasına mesafe koyduğunu, neden yıllardır bir muhalefet yoksunluğundan şikayet edildiğini anlamaya çalıştığınızı gösterin herkese. Ama gerçekten anlamaya çalıştığınızı; birşey yaptığınızı.

Biz de bilelim böylece, siz içeriden bu eleştirileri nasıl okuyorsunuz. Politik olmayın bunu yaparken, samimi olun. Arkadaş olun gençlerle, tüm CHP'yle küskün ama iyi bir muhalefet bekleyen bireylerle arkadaş olun. En çok da gençlerle.

Ama bu kadar yetmez. Bir forum düzenleyin mesela. Hatta çok sayıda, çeşitli bölgelerde. Aylarca çalışın bunun üzerinde, aylarca sürsün toplantılar.
Kapılarınızı tüm siyasi görüşlerden, daha iyi bir muhalefet isteyen; "Alternatif yok." diyen, fikri olan her gence açın. AKP'lisi de gelsin, BDP'lisi de. Apolitik ama fikir sahibi, talepleri olan insanlar da gelsin. Eşcinsel arkadaşlarımız da gelsinler; işçi çocuğu da anlatsın, patron çocuğu da. Üniversitelerden, her türlü gençlik topluluklarından, taraftar gruplarından insanları davet edin. Evet, GEZİ'deki gibi bir çeşitlilik olsun bu forumlarda. Her kafadan bir ses çıksın!

Yorulmayın, dinleyin. Dışarıdan nasıl gözüküyor CHP'nin, solun ve hatta genellersek muhalefetin sorunları. Eksikleriniz, artılarınız ne bu insanların gözünde. Kabullenin eleştirileri, ama gerçekten, özümseyin. Ve hemen harekete geçin. Her türlü kalıplarınızı yıkın, gerekliyse en köklü değişiklikleri yapmaktan çekinmeyin. Hedefiniz, nerede sorun varsa gidermek, bu insanlara güven vermek olsun. Oy olarak bakmayın. Gerekirse bu değişikliklere rağmen size oy vermesinler, ama size güvensinler bu gençler. İnanın alacağınız oylardan daha kıymetli olacak, o oylardan daha çok güç katacaktır size bu güven.

Yepyeni, pırıl pırıl, rengarenk olun. Farklılıklardan korkmayın. Sol kucaklamaktır aynı zamanda, hoşgörüdür. Daha demokrat olun. Daha yapıcı olun. Daha güçlü olun.

Bence CHP için çıkış yolu budur. Söylemesi kolay, uygulaması zordur ama, ne lider değiştirmek ne de alıştığımız ve sıkıldığımız sıradan siyasetçi konuşmaları ile de bir yere varılamadı, varılamaz.

Dürüst olun, acı söylesin dost; siz dinleyin. Tartışın, kucaklaşın.

Halkı alternatifsizliğe daha fazla itmeye kimsenin hakkı yok. Eğer işler bu noktaya geldiyse, bugün her kesimden insan sokaktaysa; burada CHP başta olmak üzere tüm muhalefet de sorumludur, suçludur.

Sesimizin duyulduğuna inansak, sokaklara çıkıp da bağırmazdık.

Thursday, January 10, 2013

Simple?

Never live in the past,
Never forget what you came through.
Never live in the future,
Never give up your dreams.
Never miss the day.

Saturday, December 8, 2012

İstanbul

Bugünlerde İstanbul'da olmamaktan çok mutluyum. Sadece okuduklarım bile, beni üzmeye, içimde bir şeyleri öldürmeye yetiyor. Görmemek en iyisi sanırım.

Aslında çok şeye alıştık. Teröre; yaşıtlarımızın, hatta artık bizden genç kardeşlerimizin kendilerinin hiç bir şekilde suçlusu veya sebebi olmadıkları bir savaşta ölümlerine alıştık. Düşünce özgürlüğümüzün, hatta internetteki "search" özgürlüğümüzün kısıtlanması bile çok koymadı bize. Komşularımızın topraklarını işgal eden ülkelere toprağımızı üs yapmamız mesela, tartışma konusu bile değil bizim için. Ya da, kürtaj hakkı kısıtlandı bu ülkede, ona bile çok sesimiz çıkamadı. Çünkü erkekler bunun kendi eşlerinin, kardeşlerinin, arkadaşlarının ne kadar önemli bir meselesi olduğunu görüp; kadınlardan da güçlü ses çıkaramadı. Kadınlar da biraz mahalle baskısından olacak, çok cılız kaldılar. Çünkü bu yasağı eleştiren yolluydu, öyle değil mi?

Neler neler oldu... Ekonomide alabildiğine liberal olabilen bir grup nedense iş insan haklarına, insanca yaşama geldiğinde alabildiğine gerici; alabildiğine tutucu oldu. Tutuculuktan da ziyade, tek sesçilikti bu.

Sadece iktidar ve yönetim değil, biz de yanlışlar yapmaya ve bu yanlışlarımızı, "olur öyle" deyip yok saymaya alıştık. Alevi ailenin evinin ramazan ayında taşlanması bunun da örneği aklımda ilk beliren. Ya da güncel olsun, Okan Bayülgen'in bugünlerdeki meşhur videosunda gördüğümüz gençler mesela. Olaydaki kızın tepkisi belki biraz akılsızca. Sahnede dikilmeye devam etmesi, elini kaldırıp söz isteyebilecekken belki, sahneye kadar çıkıp sansasyon yaratması... Ama sonrasında Okan'ın sözleri konunun çok dışına çıkıp, dönüp dolaşıp arkadaşlarının kişiliğine bile saldırır hale geldiğinde Okan'ı son gücüyle alkışlayan arkadaşlarımız. Neden hepimiz güce tapar olduk?

Acemilik galiba, biraz konudan saptım. 

İstanbul diyordum... Aşık olduğum şehir. Benim gibi zor özleyen birisine bile, ayrı ayrı bir sürü şeyini kısa sürede özleten şehir. Her yerden farklı, özgün.

Öncelikle okulumdan başlayayım... İTÜ Rektörü bir kaç ay öncesinde değişti. Muhammed Şahin hocamız, geldiği zaman olduğu gibi, o zaman da içimize sinmediği gibi, kendisinden az oy alan Mehmet Karaca'ya görevini teslim etti. Daha önce sanırım Türkiye'de örneği görülmemiş bir öğrenci desteğini aldığı halde. Kimsenin gözü İTÜ öğrencisinin Muhammed Şahin'e olan saygısını, sevgisini, inancını görmedi. Değişiklik yapılacaktı, yapıldı. İyimser olmaya çalıştık, Muhammed Şahin de böyle gelmişti, belki yine her şey güzel olur dedik... Mehmet Karaca da "100 gün" dedi. 100 gün geçti, neler oldu, internette bulabilirsiniz. Son yıllarda İTÜ'lü olmanın gururunu her geçen gün artıran faaliyetler, öğrenci-yönetim iş birliği, baba-evlat ilişkisi ile sevgi ile yürüyen dev bir eğitim kurumu buradan takip edebildiğim kadarıyla ticari ilişkilerle, politik ilişkilerle yürümeye başladı. Daha kötüsü, araştırma görevlisi arkadaşlarımızın, öğretmenlerimizin; öğrenci arkadaşlarımızın bu sevgileri, kaba tabirle bir taraflarına sokuldu sanki. Çünkü üniversite dediğin bilimle, sevgiyle çalışmazdı ki. Parayla, siyasetle çalışırdı pekala.

Bu birincisiydi...

İkincisi, çok daha fazla kişiyi yakından ilgilendiriyor.

Geçtiğimiz yıllardan buna da alıştırıldık biraz. Asmalı'da oturduğumuz masalarımız kalktı, devam ettik takılmaya bir şey olmamışcasına. Bir süre sonra hatta yüzsüzlük yapanlarımız da oldu, "böyle daha iyi oldu be abi" diyen arkadaşlarımız. Ama ruhu gitmişti Asmalı'nın. Asmalı'yı bana sevdiren, Cuma akşamları sokakta tek sıra yürümekti. Başka nerede tek sıra olup, insan trafiğine takılabilirdiniz ki? Kimbilir, başka kimlerin, hangi sokakları sevmek için, hangi nedenleri zabıtalar eşliğinde ya da polis araçlarıyla yok edildi o zaman.

Kalbimiz kırılmıştı. Benim içim buruktu her Asmalı gecesinde ondan sonra. Aynı tat, bana gelmedi. Dışarıdan bir gözle, en iyimser çıkarımı yapmaya çalışırsam derim ki: Bir kadının göğüslerine veya dudaklarına silikon yaptırması gibiydi... Belki uzaktan bakınca güzel gözüktü bilmeyene, ama dikkat edince, dokununca o doğallık yoktu. Konuşunca o kadın, mimikleri yoktu.

Şimdi de Taksim Meydanı Projesi yapılıyormuş... Yıkarak ortalığı. Merak ediyorum, bu projeleri hazırlayan, onaylayan, uygulayan kimsenin mi içi sızlamıyor? Ya da biz mi yanlış anlıyoruz çok süper projeleri? Mesela, tarihi hanın yerine Demirören AVM yapılması muhteşem bir şey miydi acaba? Ya da şimdi diğer tarihi hanları yıksalar, yerine güzel güzel, son model binalar yapsalar, doğru mu olur?

Bizleri hadi kimse sallamıyor. Ama biz yabancıları çok severiz. Hele Avrupalı'yı, Amerikalı'yı, bir de son zamanlarda Arapları pek bir dinleriz. İstanbul'da bulunmuş, Taksim'den zevk almış turistleri bulup bir sorsak ya neler kalmış akıllarında; damaklarında neyin tadı var hala? Çok eminim ki; o tarihi doku, şehrin müziği, insanların sonsuz çeşitliliği diyeceklerdir. Bir de bazı barlar, restaurantlar belki. Çünkü bazı restaurantlar, bazı pastaneler halka mal olur bir süre sonra. X'e gittin mi Y'de Z'yi yemeden dönme denir en azından.

İnci Pastanesi benim profiterolcüm değil. Bir kere gittim sadece hatta. Benim profiterolcümü bilenler bilir; Kurtuluş'taki Nazar Profiterol'dür. Osmanbey'e, Kurtuluş'a, Nişantaşı'na, Maçka'ya; beni son 2 senedir ben yapan yerlere de buradan selam olsun yeri gelmişken.

İnci Pastanesi, ama, bir semboldür. Pastane dendiğinde benim annem babam da İnci Pastanesi'nden bahseder; İstanbul'da zamanı geçmiş Diyarbakırlı arkadaşım da, Edirneli arkadaşım da... Staj yaptığım yerdeki dünyayı gezmiş bitirmiş müdürüm de. Sorsak, muhtemelen anneannelerimiz, dedelerimiz bile birkaç kelime eder İnci Pastanesi hakkında.

Bugün de İnci Pastanesi'nin yok ediliş haberiyle uyandım. Her gün yok olan insanlara, yok olan değerlere, yok olan binalara uyanmaya alıştım. Ama İstanbul'a vuruldukça bu darbeler benim içim hala çok acıyor. Bağışıklık kazanamıyorum, kusura bakmasın kimse. Elimden de bir şey gelmiyor pek. Uzunluğundan dolayı buraya kadar okuduğunuza bile teşekkür etmemi gerektirecek bu yazıyı yazmaktan başka.

İşte bu yüzden, bugünlerde İstanbul'dan uzakta olmaktan gayet memnunum. En azından gözümün önünde zarar vermiyorlar en yakın arkadaşıma, kız arkadaşıma, kardeşime... İstanbul çünkü bunların hepsi benim için. Yeri gelince bir öğretmen, bir baba bazen. Benim gibi bir sürü insan için böyle bu. Ben İstanbul'uma estetik operasyon istemiyorum.


Tuesday, November 13, 2012

To Get Started...

I could never imagine I will be writing a blog someday.

I can not also imagine that I will be consistent on it. I have never been consistent on the things that requires my time.
But, who knows, maybe this blog will be something different than I can imagine as time goes by.

I have always loved writing, but stayed away from. Never kept my poems or writings.

The idea of writing a blog came while I was reading news from my country. Every single time I read or hear about unfair things going on, anywhere in the world, I get that dilemma of keeping silent or talking loud my opinions, that would not change anything. Instead of trolling or bothering my friends on the social media with the things they probably not interested in, I thought that it might be cool to have a place to talk loud for myself. And this way, if someone is interested, they would be welcome to hear it as well.

More or less; my opinions about random things around the world, some views about the places I see and some random stuff will be here. Hopefully.

I will surely have some mistakes about my English. Maybe I already have some. Excuse me for them.

I think, I will be writing in Turkish sometimes. Because nothing feels like your native language and I know I can never be satisfied with my statements or word choices in English.

I hope to do well and enjoy my blog.

That was my first post...